Sual: Bir hastalığa yakalanan kimsenin, doktor, ilaç gibi maddi sebeplerin yanı sıra, dininin bildirdiği manevi sebeplere yapışmasının fayda...
Sual: Bir hastalığa yakalanan kimsenin, doktor, ilaç gibi maddi sebeplerin yanı sıra, dininin bildirdiği manevi sebeplere yapışmasının faydası olur mu?
Cevap: İnsan hasta olmamaya dikkat etmelidir. Bunun için de, İslâmiyete uygun yaşamak lazımdır. İslâmiyete uymakta gevşek davranarak, hasta olan kimse, ilaç almalı, perhiz etmeli ve fakirlere sadaka nezir etmeli, adakta bulunmalı ve sık sık sadaka vermelidir.
Allahü teâlânın âdeti şöyledir ki, her şeyi sebeple yaratır. Bir şeye kavuşmak için, bu şeyin yaratılmasına sebep olan şeyi yapmak lazımdır. Her şeyin yaratılmasında müşterek, ortak olan manevi sebep, sadaka vermek, yetmiş kere, Estagfirullah min külli mâ kerihallah duasını okumaktır. Bu iki manevi sebep, maddi sebepleri bulmaya da yardım eder. Peygamber Efendimiz;
(Allahü teâlâ, her hastalığın ilacını yaratmıştır. Yalnız, ölüme çare yoktur),
(Hastalıkların başı, çok yemektir. İlaçların başı, perhizdir),
(Hastalarınızı, sadaka vererek tedavi ediniz!) buyurdu.
***
Sual: Cenazeyi yıkamak için cenaze sahibinden para almak veya istemek, dinen uygun olur mu?
Cevap: Cenazeyi parasız yıkamak çok sevaptır. Para istemek caiz ise de, parasız yıkayan başkası yok iken para istemek caiz olmaz. Cenaze taşımak, kabir kazmak ücreti de böyledir.
***
Sual: Yemek yerken, elini veya ağzını ekmeğe silmenin bir mahzuru olur mu?
Cevap: Tuzluğu, tabağı ekmek üstüne koymak, elini, bıçağı ekmeğe silmek mekruhtur. Bu ekmek yenirse, mekruh olmaz.
***
Sual: Suda boğularak ölen bir kimsenin cesedini tekrar yıkamak gerekir mi?
Cevap: Suda boğulan bir kimsenin cesedi de, üç kere yıkanır veya yıkamak niyeti ile, suda üç kere hareket ettirilir. Yağmurda cesedi ıslanan kimse de yıkanır. Meyyiti yıkamak, her dinde vardı. Âdem aleyhisselamı melekler yıkadı ve;
(Ölülerinizi böyle yıkayınız) dediler.
***
Sual: Malı olan bir kimsenin, bu malı çocuklarına miras bırakması mı yoksa hayatta iken hayır yerlerine, salih kimselere vermesi mi daha faziletlidir?
Cevap: Çocukları fasık olanın, günahlara dalanın, miras bırakmayıp, salihlere, dinin bildirdiği hayır yerlerine vermesi efdaldir. Çünkü, çocuklarının günaha işlemesine yardım etmemiş olur. Fasık yani açıkça günah işleyen çocuğa da, nafakadan fazla yardım yapmamalıdır.
***
Sual: Hulefâ-i râşidîni sevmemek, Resûlullah efendimizi üzmez mi? Hulefâ-i râşidînin üstünlüğü nasıl anlaşılır?
Cevap: İmam-ı Rabbani hazretleri Mektûbât kitabının birinci cildi 266. mektupta buyuruyor ki: Hulefâ-i râşidîni sevmemek yolu ile, Peygamber "sallallahü aleyhi ve sellem"i incitmek, imâm-ı Hasan'ı ve Hüseyin'i "radıyallahü anhümâ" sevmemek yolu ile incitmek gibidir. Peygamberimiz "sallallahü aleyhi ve sellem" buyurdu ki, (Eshâbımı incitmekte, Allahü teâlâdan korkunuz! Benden sonra, onları kötü bilmeyiniz. Onları seven, beni sevdiği için sever. Onlara düşmanlık eden, bana düşmanlık etmiş olur. Onları inciten, beni incitir. Beni inciten de, Allahü teâlâya eziyet etmiş olur ki, buna azab eder). Ahzâb sûresi, elliyedinci âyetinde mealen, (Allahü teâlâya ve Onun Peygamberine "sallallahü aleyhi ve sellem" eziyet edenlere dünyada ve ahirette lanet olsun!) buyuruldu.
Büyük İslâm âlimi, Sa'deddîn-i Teftâzânî (Akâid-i Nesefiyye) şerhinde, (Bu üstünlük sırasında insaf etmelidir) diyorsa da, onun bu sözü, insafsızdır ve şüphe etmesi yersizdir. Çünkü büyüklerimiz diyor ki, burada üstünlük demek, sevabları daha çok demektir. İyilikleri, doğrulukları ile, herkese faydalı olmasının çokluğu demek değildir. Aklı olan, bunlara kıymet vermez. Sahâbe-i kirâm ve Tâbi'în-i ızâm, bize imâm-ı Ali'nin "radıyallahü anh" iyiliklerini gösteren, o kadar hâller ve hâdiseler bildiriyor ki, başka hiçbir Sahâbîden bu kadar bildirmediler. Bununla beraber, yine onlar, üç halifenin daha yüksek olduğunu bildirmiştir. Görülüyor ki, üstün olmağa sebep, faziletlerin, menkıbelerin çok olması değildir.
Üstünlük başka sebepten ileri gelmektedir. Bu sebebi anlayanlar ancak, vahyi, meleğin gelmesini görmekle şereflenen, seçilmiş bahtiyarlardır. Bunlar, üstünlük sebeplerini açıkça veya işaretle görüp anlamıştır. Onlar da, Peygamberimizin Eshâb-ı kirâmıdır "aleyhi ve aleyhimüssalevâtü vetteslîmât". O hâlde, (Akâid-i Nesefî) şârihinin, (Üstünlükten maksat, sevabların çokluğu ise, bu üstünlük sırasında şüphenin yeridir) demesi yersizdir. Çünkü bu üstünlük sırası, İslâmiyetin sâhibi tarafından açıkça bildirilmeseydi, o zaman şüphenin yeri olurdu. Bildirildikten sonra, niçin şüphe ediyor? Eshâb-ı kiram, bu üstünlüğü açıkça veya işaretle anlamasalardı, hiç bildirirler miydi? Dördünü de beraber bilen ve aralarında üstünlük aramak lüzumsuzdur diyenlerin, bu sözü lüzumsuzdur. Din büyüklerinin söz birliğine, lüzumsuz lâf demekten daha lüzumsuz, daha boş lâf olur mu? Yoksa, üstün kelimesi mi, onların böyle boşu boşuna söylemesine yol açıyor.
Muhyiddîn-i Arabînin, (Hilâfetlerin sırası, ömürlerinin sırasına göre idi) demesi de, müsavi olmalarını göstermez. Çünkü halifelik başkadır, üstünlük başkadır. Bu sözü, üstünlük bakımından söyledi dersek, yine güvenilecek, şahit tutulacak bir söz olmayıp, onun hatalı sözlerinden biri olmuş olur. Onun, Ehl-i sünnet âlimlerinin sözlerine uymayan birkaç keşfi, buluşları, doğru değildir. Böyle sözlere ancak, ruhları hasta, kalpleri bozuk olan veya her şeyi körü körüne taklid eden uyar. (Mektûbât Tercemesi s. 376)
Cevap: İnsan hasta olmamaya dikkat etmelidir. Bunun için de, İslâmiyete uygun yaşamak lazımdır. İslâmiyete uymakta gevşek davranarak, hasta olan kimse, ilaç almalı, perhiz etmeli ve fakirlere sadaka nezir etmeli, adakta bulunmalı ve sık sık sadaka vermelidir.
Allahü teâlânın âdeti şöyledir ki, her şeyi sebeple yaratır. Bir şeye kavuşmak için, bu şeyin yaratılmasına sebep olan şeyi yapmak lazımdır. Her şeyin yaratılmasında müşterek, ortak olan manevi sebep, sadaka vermek, yetmiş kere, Estagfirullah min külli mâ kerihallah duasını okumaktır. Bu iki manevi sebep, maddi sebepleri bulmaya da yardım eder. Peygamber Efendimiz;
(Allahü teâlâ, her hastalığın ilacını yaratmıştır. Yalnız, ölüme çare yoktur),
(Hastalıkların başı, çok yemektir. İlaçların başı, perhizdir),
(Hastalarınızı, sadaka vererek tedavi ediniz!) buyurdu.
***
Sual: Cenazeyi yıkamak için cenaze sahibinden para almak veya istemek, dinen uygun olur mu?
Cevap: Cenazeyi parasız yıkamak çok sevaptır. Para istemek caiz ise de, parasız yıkayan başkası yok iken para istemek caiz olmaz. Cenaze taşımak, kabir kazmak ücreti de böyledir.
***
Sual: Yemek yerken, elini veya ağzını ekmeğe silmenin bir mahzuru olur mu?
Cevap: Tuzluğu, tabağı ekmek üstüne koymak, elini, bıçağı ekmeğe silmek mekruhtur. Bu ekmek yenirse, mekruh olmaz.
***
Sual: Suda boğularak ölen bir kimsenin cesedini tekrar yıkamak gerekir mi?
Cevap: Suda boğulan bir kimsenin cesedi de, üç kere yıkanır veya yıkamak niyeti ile, suda üç kere hareket ettirilir. Yağmurda cesedi ıslanan kimse de yıkanır. Meyyiti yıkamak, her dinde vardı. Âdem aleyhisselamı melekler yıkadı ve;
(Ölülerinizi böyle yıkayınız) dediler.
***
Sual: Malı olan bir kimsenin, bu malı çocuklarına miras bırakması mı yoksa hayatta iken hayır yerlerine, salih kimselere vermesi mi daha faziletlidir?
Cevap: Çocukları fasık olanın, günahlara dalanın, miras bırakmayıp, salihlere, dinin bildirdiği hayır yerlerine vermesi efdaldir. Çünkü, çocuklarının günaha işlemesine yardım etmemiş olur. Fasık yani açıkça günah işleyen çocuğa da, nafakadan fazla yardım yapmamalıdır.
***
Sual: Hulefâ-i râşidîni sevmemek, Resûlullah efendimizi üzmez mi? Hulefâ-i râşidînin üstünlüğü nasıl anlaşılır?
Cevap: İmam-ı Rabbani hazretleri Mektûbât kitabının birinci cildi 266. mektupta buyuruyor ki: Hulefâ-i râşidîni sevmemek yolu ile, Peygamber "sallallahü aleyhi ve sellem"i incitmek, imâm-ı Hasan'ı ve Hüseyin'i "radıyallahü anhümâ" sevmemek yolu ile incitmek gibidir. Peygamberimiz "sallallahü aleyhi ve sellem" buyurdu ki, (Eshâbımı incitmekte, Allahü teâlâdan korkunuz! Benden sonra, onları kötü bilmeyiniz. Onları seven, beni sevdiği için sever. Onlara düşmanlık eden, bana düşmanlık etmiş olur. Onları inciten, beni incitir. Beni inciten de, Allahü teâlâya eziyet etmiş olur ki, buna azab eder). Ahzâb sûresi, elliyedinci âyetinde mealen, (Allahü teâlâya ve Onun Peygamberine "sallallahü aleyhi ve sellem" eziyet edenlere dünyada ve ahirette lanet olsun!) buyuruldu.
Büyük İslâm âlimi, Sa'deddîn-i Teftâzânî (Akâid-i Nesefiyye) şerhinde, (Bu üstünlük sırasında insaf etmelidir) diyorsa da, onun bu sözü, insafsızdır ve şüphe etmesi yersizdir. Çünkü büyüklerimiz diyor ki, burada üstünlük demek, sevabları daha çok demektir. İyilikleri, doğrulukları ile, herkese faydalı olmasının çokluğu demek değildir. Aklı olan, bunlara kıymet vermez. Sahâbe-i kirâm ve Tâbi'în-i ızâm, bize imâm-ı Ali'nin "radıyallahü anh" iyiliklerini gösteren, o kadar hâller ve hâdiseler bildiriyor ki, başka hiçbir Sahâbîden bu kadar bildirmediler. Bununla beraber, yine onlar, üç halifenin daha yüksek olduğunu bildirmiştir. Görülüyor ki, üstün olmağa sebep, faziletlerin, menkıbelerin çok olması değildir.
Üstünlük başka sebepten ileri gelmektedir. Bu sebebi anlayanlar ancak, vahyi, meleğin gelmesini görmekle şereflenen, seçilmiş bahtiyarlardır. Bunlar, üstünlük sebeplerini açıkça veya işaretle görüp anlamıştır. Onlar da, Peygamberimizin Eshâb-ı kirâmıdır "aleyhi ve aleyhimüssalevâtü vetteslîmât". O hâlde, (Akâid-i Nesefî) şârihinin, (Üstünlükten maksat, sevabların çokluğu ise, bu üstünlük sırasında şüphenin yeridir) demesi yersizdir. Çünkü bu üstünlük sırası, İslâmiyetin sâhibi tarafından açıkça bildirilmeseydi, o zaman şüphenin yeri olurdu. Bildirildikten sonra, niçin şüphe ediyor? Eshâb-ı kiram, bu üstünlüğü açıkça veya işaretle anlamasalardı, hiç bildirirler miydi? Dördünü de beraber bilen ve aralarında üstünlük aramak lüzumsuzdur diyenlerin, bu sözü lüzumsuzdur. Din büyüklerinin söz birliğine, lüzumsuz lâf demekten daha lüzumsuz, daha boş lâf olur mu? Yoksa, üstün kelimesi mi, onların böyle boşu boşuna söylemesine yol açıyor.
Muhyiddîn-i Arabînin, (Hilâfetlerin sırası, ömürlerinin sırasına göre idi) demesi de, müsavi olmalarını göstermez. Çünkü halifelik başkadır, üstünlük başkadır. Bu sözü, üstünlük bakımından söyledi dersek, yine güvenilecek, şahit tutulacak bir söz olmayıp, onun hatalı sözlerinden biri olmuş olur. Onun, Ehl-i sünnet âlimlerinin sözlerine uymayan birkaç keşfi, buluşları, doğru değildir. Böyle sözlere ancak, ruhları hasta, kalpleri bozuk olan veya her şeyi körü körüne taklid eden uyar. (Mektûbât Tercemesi s. 376)
Hiç yorum yok
Sorularınız Dinimiz İslam hocaları tarafından cevaplandırılacaktır. Lütfen suallerinizi: dinimizislam2@gmail.com mail adresine gönderiniz. Teşekkürler.