Page Nav

HIDE

Grid

GRID_STYLE

Hover Effects

TRUE

Yorumlar

{fbt_classic_header}

Header Ad

Önizle

Son yazılar:

latest

Ads Place

Ahlak ilmini öğrenmek lazımdır

Sual: Dinin emir ve yasaklarını öğrenmek lazım olduğu gibi, iyi ve kötü huyları da öğrenmek ve hayatımıza geçirmek, dinin emri midir? Cevap...

onizle
Sual: Dinin emir ve yasaklarını öğrenmek lazım olduğu gibi, iyi ve kötü huyları da öğrenmek ve hayatımıza geçirmek, dinin emri midir?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Kimyâ-i se'âdet kitabında deniyor ki:
"Kalbe ait bilgileri, yani ahlak ilmini öğrenmek, her Müslüman erkek ve kadına farz-ı ayndır. Mesela (Hıkd) yani kin bağlamak, (Haset) başkasında bulunan nimetin onda olmayıp, kendinde olmasını istemek, (Kibir) kendini büyük bilmek, üstün görmek, (Suizan etmek) iyi insanı fena, kötü bilmek gibi şeylerin haram olduğunu öğrenmek, her mümine farz-ı ayndır.

Bir kimsede bulunan nimetin, onda olduğu gibi, kendisinde de olmasını istemek haset değildir, buna Gıpta etmek, imrenmek denir ki sevaptır. Kibirli olana karşı kendini büyük göstermek, kibir olmaz, sadaka vermek gibi sevap olur."

Görülüyor ki, imanı, yani Ehl-i sünnet itikadını kısaca öğrendikten sonra, iyi ve kötü huyları öğrenmek de, farz-ı ayndır, her Müslümanın öğrenmesi lazımdır. Abdesti, guslü, namazı, orucu ve haramları da, her Müslümanın öğrenmesi farz-ı ayndır. Cenaze namazını, ölüye hizmeti, sanat ve ticaret bilgilerini, bugünün silahlarını yapmak ve kullanmak için, fen bilgilerini iyi öğrenmek farz-ı kifâyedir. Yani lazım olan kimselerin öğrenmesi farz olup, başkalarına farz olmaz. Fakat, lüzumu kadar kimse öğrenmezse, bütün Müslümanlar, büyük günaha girer. Doktor olacak kimsenin lise ve tıp fakültesinde okuması farz olup, mühendis olacak kimsenin tıp fakültesinde okuması farz değildir. İbni Âbidîn hazretleri, Dürr-ül-muhtâr şerhinde diyor ki:

Ulûm-i nakliyyeden yani din bilgilerinden kendine lazım olanları öğrenmek farz-ı ayndır. Bundan fazlasını öğrenmek ve ulûm-i akliyyeden faydalı olanları öğrenmek farz-ı kifâyedir. Bir âyet ezberlemek, herkese farz-ı ayndır. Fatihayı ve üç âyet veya bir kısa sûre ezberlemek vaciptir. Kur'ân-ı kerimin hepsini ezberlemek farz-ı kifâyedir. Kendine lazım olmayan fıkıh bilgilerini öğrenmek, hafız olmaktan daha iyidir. Başkalarına öğretmek için ilim öğrenmek, kendi işlemesi için öğrenmekten daha sevaptır."

***
Sual: İlmihal kitaplarında abdest bahsinde geçen müvâlât ne demektir?
Cevap: Müvâlât, her uzvu, birbiri arkasından yıkayıp ara vermemektir ki, abdestin sünnetlerindendir.

***
Sual: Baba, çocuğunun bina ve her malını, kendine ve başkalarına satabilir mi? Meyyitin borcu için bina ve toprağı satılabilir mi?
Cevap: Aşağıdaki yazı (Dürer-ül-hükkâm) [176] maddesi ekinden alınmıştır:
Âdil veya hâli belli olmayan baba, mükellef olmayan çocuğunun bina ve her malını, piyasa fiyatına veya aldanarak kendine ve başkalarına satabilir, parasını çocuğa ve fakir ise, kendine de nafaka yapar. Fasık ve israf eden baba, satamaz. Çocuk baliğ olunca, müşteriden bunları geri alabilir. Fakat, iki kat fiyatla satması sahih olup, semeni âdil birine emanet verilir. Fakir baba, gâib olan büyük oğlunun yalnız menkul mallarını, kendi nafakası için satabilir. Binasını, toprağını satamaz. Baba yoksa, vasi de yoksa, babanın babası satabilir. Vasi, çocuğun yalnız menkul mallarını, yalnız başkalarına satabilir. Vasi, meyyit tarafından tayin edilmiş ise, çocuğun malını yüzde elli kârla kendine de satabilir. Hâkim tarafından tayin edilmiş ise, kendisi hiç satın alamaz. Amma, yetim çocuklarının nafakaları için, menkul mallarını satabilir. Terekede menkul mal varken, vasi, meyyitin deyni için, bina ve toprak satamaz. Deynden fazla malını da satamaz.

Meyyitin borcunu bir vârisi ödese, bunu terekeden alabilir. Meyyitin borçlarını vârisler öderse, alacaklılar, terekeden ödenmesini isteyemezler. Borçlar, terekeden fazla olunca, vârisler, tereke kadarını ödeyip, terekeyi kurtarırız diyemezler. Vâris olmayan biri, bütün borçları ödeyip, tereke malları, alacaklılardan zorla alamaz.

Borç, terekeden çok ise, dâyin, yani garîm, yani alacaklı bir ise, terekenin hepsi ona verilir. Çok iseler, tereke, alacakları ile orantılı olarak, hepsine dağıtılır. Vakıf alacağının, diğer alacaklardan önceliği yoktur. Taksimden sonra, başka bir garîm ortaya çıksa, yeniden hepsine bölünür. Vârisler, kendi malları ile, meyyitin borçlarını ödemeğe zorlanamaz. (Tam İlmihal s. 901)


***
Sual: İmâm-ı a'zam Ebû Hanife hazretlerine dil uzatanlar oluyor, bunlara ne demeli?
Cevap: Hanefî âlimlerinden ibni Âbidîn hazretleri, Redd-ül-muhtâr kitabında diyor ki:
İmâm-ı a'zamın büyüklüğünün şahidi, mezhebinin en çok yayılmış olmasıdır. Mezhep imamları, Onun sözlerini senet olarak almışlardır. Mezhebinin âlimleri, bu zamana kadar, her yerde Onun sözleri ile fetva verdiler. Evliyadan çoğu, Onun mezhebine uyarak kemale geldiler. Anadolu, Balkan Müslümanları, Hint ve Maveraünnehir yani Türkistan, yalnız Onun mezhebini bilirler. Mecma'ul-bihâr kitabında deniyor ki:
"İmâm-ı a'zamdan Allahü teâlânın razı olduğuna alamet, mezhebinin her yere yayılmasını kolaylaştırmasıdır. Bu işte bir sırr-ı ilâhî olmasaydı, yeryüzündeki Müslümanların çoğu Onun mezhebinde olmazdı."
Bu ümmetin âlimlerinin çoğu Hanefi mezhebinde idiler. İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
"İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe, İsa aleyhisselama benzemektedir. Vera ve takva nimetine kavuştuğu ve Sünnet-i seniyyeye uyduğu için, nasslardan ahkam çıkarmakta ve ictihad yapmakta, çok yüksek dereceye ulaşmıştır. Bazı âlimler, Onun bu derecesini anlayamadılar. Onun ictihad ile bulduğu şeyler, çok ince bilgiler olduğu için, Kitaba ve Sünnete uymuyor sandılar. Bu yüce imama, re'y sahibi dediler. Onun ilminin hakikatine yetişemedikleri, Onun anladığını anlayamadıkları için, böyle yanıldılar. Halbuki, imâm-ı Şafii hazretleri, Onun anladığı bilgilerden, az bir şey sezerek, 'Fıkıh âlimlerinin hepsi, fıkıh ilminde, Ebû Hanîfenin talebesidir' dedi. Muhammed Pârisâ hazretleri; 'İsa aleyhisselam gökten inince ictihad ve ameli imâm-ı Ebû Hanîfenin mezhebine uygun düşecektir' buyurdu."

Mezhepsizler, Ebû Hanîfe hazretleri hakkındaki hadis-i şerifler için Kütüb-i sittede yoktur demektedirler. Halbuki hadis-i şeriflerin sayısı, Kütüb-i sittede bildirilmiş olanlar kadar değildir. Başka hadis kitaplarında da sahih hadislerin bulunduğu söz birliği ile bildirilmiştir. Tirmizî'de yazılı, Ebû Hüreyre hazretlerinin bildirdiği hadis-i şerifte;

(İman Süreyya yıldızına gitse, Fâris ehlinden biri, onu geri getirir) buyuruldu. Bunun, İmam-ı a'zam hazretlerini bildirdiği muhakkaktır. Ebû Hanîfe hazretlerine düşmanlık ise, bu ümmete düşmanlıktır.

Sosyal Sorumluluk Projesi

Hiç yorum yok

Sorularınız Dinimiz İslam hocaları tarafından cevaplandırılacaktır. Lütfen suallerinizi: dinimizislam2@gmail.com mail adresine gönderiniz. Teşekkürler.

Ads Place